SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

EBVABU FEDAİLİ MEDİNE

<< 882 >>

DEVAM: 1- Medine'nin Harem (Yasak) Bölgesi Olması

 

حدثنا محمد بن بشار: حدثنا عبد الرحمن: حدثنا سفيان، عن الأعمش، عن إبراهيم التيمي، عن أبيه، عن علي رضي الله عنه قال:

 ما عندنا شيء إلا كتاب الله وهذه الصحيفة، عن النبي صلى الله عليه وسلم: (المدينة حرم، ما بين عائر إلى كذا، من أحدث فيها حدثا، أو آوى محدثا، فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين، لا يقبل منه صرف ولا عدل. وقال: ذمة المسلمين واحدة، فمن أخفر مسلما فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين، لا يقبل منه صرف ولا عدل. ومن تولى قوما بغير إذن مواليه، فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين، لا يقبل منه صرف ولا عدل).

 

[-1870-] Ali r.a.'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizim elimizde Allah'ın kitabından ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den aldığımız bilgilerle dolu olan işte şu yazılı sahife'den başka bir şey yoktur. Bu belgede ise şunlar yazılıdır: "Air dağı ile şurası arasına kadar Medîne haram bölgedir. Kim burada Kitab ve Sünnet`e muhalif bir iş işlerse, yahud bid`atçilere yardım ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun? Böyle bir kimsenin ne tevbesi ne de fidyesi kabul edilir. Müslümanların verdiği koruma güvencesi ve eman tektir (bu bakımdan en alt derecede bulunan bir Müslümanın verdiği eman herkesi bağlar). Kim bir Müslümana verdiği söze ihanet edip ahdini bozarsa o da Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın! Böyle birisinin ne tevbesi (sarf) ne de fidyesi (adl) kabul edilir. Efendilerinin izni olmaksızın başkalarının kendisinin velileri olduğunu iddia eden köle de Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın! Böyle kimselerin ne tevbesi ne de fidyesi kabul edilir."

 

 

AÇIKLAMA:     Medine, Resulullah'ın (s.a.v.) hicret ettiği ve vefatından sonra defnedildiği malum şehirdir. Aslında şehir anlamına gelen medine herhangi bir kayıt olmadan mutlak olarak zikredilirse daha önceki adı Yesrib olan Resulullah'ın s.a.v. şehri akla gelir. Fakat başka bir şehir anlatılmak isteniyorsa bu durumda kayıt getirmek gerekecektir.

 

Tahavî, Enes İbn Malik'ten nakledilen ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in, Enes İbn Malik'in kardeşi Ebu Umeyr'e: "Ey Ebu Umeyr küçük kuşun ne alemde!?" dediğini anlatan rivayete dayanarak şöyle demiştir: "Eğer Medine'nin hayvanlarını avlamak haram olsaydı bu kuşun alıkonması caiz olmazdı." Ancak onun bu mütalaasına şöyle cevap verilmiştir: "Bu kuşun yasak bölge dışında kalan serbest bölgede (hill) avlanmış olması ihtimali vardır." Hatta Ahmed ibn  Hanbel şöyle demiştir: "Ebu Umeyr hadisini esas alarak şunu söyleyebiliriz: "Serbest bölgede bir hayvan yakalayıp bunu Medine'ye sokan kimsenin onu serbest bırakması gerekmez, böyle bir yükümlülüğü yoktur." Alimlerin çoğun­luğunun görüşü de bu yöndedir.

 

Ancak Hanefiler bu görüşü kabul etmemişlerdir. Onlara göre serbest bölge­de yakalanan bir hayvan yasak bölgeye sokulursa bu hayvan da yasak bölge hükümlerine tabi olur. Ebu Umeyr kıssasının ise, Medine yasak bölgesi henüz Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından belirlenmeden önce yaşanmış olması ihtimal dahilindedir. Hanefiler bu görüşlerini desteklemek üzere Enes İbn Malik tarafından nakledilen ve mescid yapımı için hurma ağaçlarının kesildiğini anlatan rivayeti esas alarak şöyle demişlerdir: "Eğer Medine'nin ağacını kesmek haram olsaydı, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem asla bu ağaçları kesmezdi."

 

Fakat Hanefilerin bu görüşüne şöyle cevap verilmiştir: "Mescid yapımı için ağaçların kesilmesi hicretin başlarında olmuştur." Bu konuyla ilgili ayrıntılı açıklamalar ileride gelecektir.

 

Tahavî'nin konu hakkındaki mütalaaları şöyledir: "Resulullah (s.a.v.) Medine'deki hayvanların avlanmasını ve ağaçlarının, bitki ve otlarının ke­silmesini Medine'nin hicret yurdu olması sebebiyle yasaklamış olabilir. Çünkü Medine topraklarında hayvanların var olması ve bitkilerin yetişmesi buranın doğal güzelliğine katkı sağlayacak, dolayısıyla insanlar bu şehre gelmeye rağbet edeceklerdir. Abdullah İbn Ömer'den nakledilen ve Nebi Efendimiz'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine'deki kale ve surların yıkılmasını yasakladığını anlatan rivayet de böyledir. Çünkü bu yapılar da Medine'nin güzelliğine katkı sağlamak­tadır. Fakat hicret tamamlandıktan sonra bunların korunmasına gerek kalmamış­tır."

 

Ancak Tahavî'nin bu görüşü yeterince açık değildir. Çünkü herhangi bir hükmün neshedildiğini söyleyebilmek için muhakkak bir delil gerekir. Halbuki imam Müslim'in naklettiği gibi Medine'nin harem (yasak) bölgesi olduğuna dair Sa’d, Zeyd İbn Sabit, Ebu Saîd ve diğer sahabilerin fetvaları vardır.

 

ibn Kudame şöyle demiştir: "Medine'deki hayvanları avlamak, ağaçlarını ve bitkilerini kesmek haramdır. İmam Malik, İmam Şafiî ve pek çok alim bu görüş­tedir. Ebu Hanife ise bunun haram olmadığını söylemiştir. Ahmed İbn Han-bel'den nakledilen bir görüş de şöyledir; 'Kim Medine'de kendisine haram kılı­nan bu şeylerden birisini yapacak olursa günahkardır fakat bunun dünyevî her­hangi bir cezası yoktur.' İmam Malik'in, sonraki içtihadına göre (mezheb-i cedîd) imam Şafiî'nin ve diğer bir çok alimin görüşü de bu doğrultudadır. Medine'de haram kılınan bu fiillerden birini işleyen kişiye verilecek dünyevî ceza hakkında şöyle bir görüş de ileri sürülmüştür: 'Böyle birisinin üzerinde ve yanında bulu­nan eşyalara el konur (seleb). Zira Sa'd İbn Ebu Vakkas'tan nakledilen ve İmam Müslim'in sahih olduğunu söylediği rivayet bunu göstermektedir. Ebu Davud'-dan nakledilen konuyla ilgili rivayet de bu görüşü savunanların delilidir: "Kim birisinin Medine'nin harem bölgesinde avlandığını görürse onun üzerindeki ve yanındaki eşyalarına el koysun!"

 

Kadî Iyaz bu son görüş hakkında şunları söylemiştir: "Sahabeden sonra bu görüşü savunan hiç kimse olmamıştır. Sadece İmam Şafiî önceki içtihadında (mezheb-i kadîm) bu görüşü kabul etmiştir."

 

Fakat doğrusunu söylemek gerekirse İmam Şafiî dışında da bu görüşü be­nimseyenler olmuştur. Bu görüşü benimseyenler arasında İmam Şafiî ile birlikte bir grup bilgin bulunduğu gibi daha sonra gelen bazı bilginler de vardır. Ancak bu görüşü benimseyenler selebin nasıl olacağı ve ele geçirilen eşyaların nerelere sarf edileceği konusunda farklı yorumlar yapmışlardır. Ancak İmam Müslim'in naklettiği Sa'd hadisini ve konuyla ilgili diğer rivayetleri esas aldığımızda harem bölgede avlanan kişinin eşyalarına el koymanın savaş meydanında öldürülen kimsenin eşyalarına el koymak gibi olduğunu ve bu eşyaların tamamen el koyan kişiye ait olacağını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu eşyalar ganimet kategorisinde değerlendirilemez. Bu konudaki en tuhaf iddialardan birisi de bir Hanefi bilginin seleb hadisine göre amel edilemeyeceğinde icma olduğunu söylemesi ve buna dayanarak Medine'nin harem bölge olduğunu ifade eden hadislerin neshedildiği sonucunu çıkarmasıdır. Böyle bir icma bulunduğunu kabul etmek mümkün ol­madığı gibi böyle bir icma iddiasına dayanarak çıkarılan hükümler de geçersiz­dir.

 

"Allah'ın... lanetine uğrasın!" ifadesi günahlara, ma'siyetlere dalanlara ve fesad çıkaran kimselere genel olarak lanet edilebileceğini gösterir. Ancak bir günahkar kişiyi özellikle kasdederek ona lanet okumanın da caiz olduğu sonucunu bu hadisten çıkaramayız.

 

Hz. Ali'den nakledilen hadis, dinde aslı olmayan işler türetenler ile böyle kimselere yardımcı olan, onları kollayan ve onların görüşlerine itibar edenlerin aynı derecede günahkar olduklarını göstermektedir.

 

Kadî Iyad şöyle demiştir: "Bazı bilginler bu hadise dayanarak Medine'de dinde aslı olmayan işler türetmenin (başka bir yoruma göre zulmetmenin) büyük günahlardan olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Hadiste kendilerine lanet okunan kimselerin, meleklerin ve insanların lanetine de uğramalarını dilemek, onların Allah'ın rahmetinden tamamen mahrum olmalarını dilemek anlamına gelir. An­cak buradaki lanet kafirlere yönelik lanet gibi değildir; burada söz konusu olan böyle işler yapanların günahları dolayısıyla hak ettikleri cezayı çekmelerini dile­mektir."

 

Hz. Ali'nin "Bizim elimizde Allah'ın kitabından ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den aldığımız bilgilerle dolu olan işte şu yazılı belgeden / dokümandan (sahife) başka bir şey yoktur" şeklindeki sözü "Bizim elimizde (yazılı olarak} Al­lah'ın kitabından... yoktur" anlamına gelir. Ya da Hz. Ali kendilerini diğer insan­lardan ayıran bir özellik olarak ellerinde sadece bu sahifelerin bulunduğunu anlatmak istemiştir. Ahmed İbn Hanbel'in Katade yoluyla Ebu Hassan el-A'rec'den naklettiği rivayet Hz. Ali'nin bu sözü niçin söylediğini de ortaya koy­maktadır: "Hz. Ali bazı emirler verirdi ve insanlar da; "emrinizi yerine getirdik" derlerdi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Allah ve Resulü doğruyu buyurmuştur" diye karşılık verirdi. Bir defasında Ester ona: "Bu Resulullah'ın (s.a.v.) sana özel olarak verdiği bir bilgi ve görev midir?" diye sordu. O da şu karşılığı verdi: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer ashabından ayrı olarak özellikle bana verdiği bir bilgi ve görev yoktur. Sadece onu dinleyerek edindiğim bilgiler vardır ve bu bilgiler de kılıcımın kınındaki dokümanda yazılı bulunmaktadır." Orada bulunanlar ısrarla belgeyi görmek isteyince Hz. Ali onlara bu belgeyi göstermiş­tir. Belgede şunlar yazılıdır: "Bütün müminlerin canları aynı derecede dokunul­mazdır. Müslümanların verdiği koruma güvencesi ve eman tektir; bu bakımdan en alt derecede bulunan bir Müslümanın verdiği koruma güvencesi herkesi bağ­lar, onlar kendilerinin dışındaki kimselere karşı tek bir güçtür. Dikkatinizi çeke­rim, bir mümin Öldürdüğü kafir yüzünden kısas yoluyla öldürülemediği gibi, kendisine eman verilen bir gayr-i müslim de öldürülemez. İbrahim Mekke'yi harem (yasak) bölge ilan etti; ben de Medine'nin şu iki kara tepesi arasını ve koruluk alanlarını harem (yasak) bölge ilan ediyorum. Buradaki otları yolunmaz, av hayvanlarının peşine düşülmez, ağaçlar ve bitkiler kesilmez. Ancak hayvanları yemlemek maksadıyla kesilebilir. Burada savaşmak maksadıyla silah taşınmaz."

 

İmam Müslim'in Ebu't-Tufeyl yoluyla naklettiği rivayet ise şöyledir: "Ben Hz. Ali'nin yanında bulunuyordum. Bu sırada birisi geldi ve: "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sana hiç başkalarından gizlediği sırlar verdi mi?" diye sordu. Hz. Ali bu soruya çok kızdı ve şöyle cevap verdi: "Resulullah (s.a.v.) başka insan­lardan gizleyerek bana özel sırlar asla vermiş değildir. Ancak bana söylediği dört husus vardır."

 

Yine İmam Müslim tarafından nakledilen bu rivayetin farklı bir anlatımı da şöyledir: "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanların tamamına genel olarak açıklama yapmayı bırakıp sadece bize özel bilgi vermemiştir. Sadece kılıcı­mın kınındaki şu belge bulunmaktadır." Hz. Ali böyle söyledikten sonra yazılı dokümanı çıkarmıştır. Belgede şunlar yazılıdır: "Allah, Allah'tan başkası adına kur­ban kesenlere lanet etsin, Allah hırsızlık edenlere lanet etsin, Allah babasına lanet okuyana lanet etsin, Allah dinde aslı olmayan işler türetenlere başvuranlara lanet etsin!"

 

Daha önce Kitabü'l-İlim bölümünde de naklettiğimiz Ebu Cuheyfe yoluyla gelen hadis İse şöyledir: "Hz. Ali'ye, "Hiç elinizde yazılı bir belge var mı?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Hayır, sadece Allah'ın kitabı veya Müslüman bir kimseye anlayışı dolayısıyla verilen bilgiler veya işte şu yazılı belge var!" Ben: "Peki bu belgede hangi konular yazılı?" diye sorunca: "Diyet, esirlerin serbest bırakılması ve Müslüman bir kimsenin öldürdüğü bir kafir yüzünden kısas yoluy­la öldürülemeyeceği yazılıdır" diye cevap verdi."

 

Tüm bu farklı rivayetleri şöyle uzlaştırmak mümkündür: "Söz konusu dokü­man yukarıda sayılan bütün konuları içermektedir. Bu belgede yazılı olan konu­ları nakleden raviler ise birbirlerinden farklı olarak sadece bazı bölümleri aktar­mışlardır. Bu rivayetler içinde en kapsamlısı Ebu Hassan rivayetidir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir."

 

"... ne tevbesi (sarf) ne de fidyesi (adl) kabul edilir." Cümlesinde geçen sarf ve adl kelimeleri hakkında farklı açıklamalar yapılmıştır. Alimlerin çoğunluğuna göre sarf farz ibadetler anlamına gelirken, adl nafile ibadetleri ifade etmektedir. İbn Huzeyme sahih bir senedle bu görüşü es-Sevrî'ye dayandırmaktadır. el-Asma'i ise sarfı tevbe, adl’i fidye şeklinde yorumlamıştır.

 

Bu hadis Şiîler tarafından dile getirilen ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından Hz. Ali'ye dinin temel ilkeleri ve yöneticilikle ilgili bir takım özel bilgi­ler verildiğini savunan İddiayı çürütmektedir.

 

Söz konusu hadis ayrıca bilgilerin / ilmin yazılarak korunabileceğini de gös­termektedir.

 

"Müslümanların verdiği koruma güvencesi ve eman tektir" cümlesi şu anla­ma gelir: Her birinin verdiği eman geçerlidir. Dolayısıyla Müslümanlardan her­hangi bir kimse bir gayr-i müslime eman verse hiçbir Müslüman bu kişiye ilişe-mez, onun haklarına tecavüz edemez. Bu yönüyle hiçbir sınıf, cins, ırk ve statü farkı olmaksızın, en alt derecede olanı, en üst makamda bulunanı, kadını, erke­ği, kölesi, hürü bütün Müslümanlar eşittir; her birinin verdiği eman geçerlidir. Çünkü Müslümanlar tek bir can gibidir.

 

Ayrıntılı açıklama için bk. Cizye bölümü, 10. konu..